18 Eylül 2012 Salı

Bağdaşla Kafa Kafaya

Hiç kimsenin yerini bir başkasının alamayacağını öğreniyorum; ister eş, ister dost… Nefesinin bir an kesilmesiyle birlikte saniyeler sonra soluğuna kavuştuğun an, o nefesin hayatın için ne denli mühim olduğunu kavrar gibi, bazı insanların da hayatımdaki rolünü keşfediyorum, kavrıyorum. Bunlar iyi şeyler getirir ya da kötü şeyler getirir, bu mühim değil bahsini geçirdiğimde. Mühim olan gelenin, gidenin, kalanın ne bıraktığıdır. Onların sana hayatının bir noktasında -iyi ya da kötü- ne öğrettiğidir.
Bu geceye doğru gökten sesler duydum. Gök gürlüyor gibiydi. Sandım ki yağmur yağacak. Oysa o sesler uçak sesleriymiş.
Sonra bir de günlerdir, belki haftalardır konuşamadıklarım var. İnsan üzülüyormuş. Bir de ufacık bir ipucundan dünyalara ulaşabiliyormuş, yeter ki istesin!
Ve uyuyan birinin yanında bulunuyor ise, o kişinin rüya esnasındaki gülüş seslerini duyabiliyormuş. Ne görüyorsa artık şu an daha çok merak ettim…
Sonra ödevleri birikebiliyormuş. Her zamanki son dakikaya bırakmalarına kızıyormuş, -her zamanki gibi. Hüzne boyanabiliyormuş sevinç çığlıklarının ortasında. Soft geçen bir pazar gününü değerlendirilemez bulabiliyormuş. En sade ve güzel kişiyle geçse dahi o pazar…
Yazarken yorulabiliyormuş… Anlatacaklarını hangi sırada yazacak diye ve sözcükleri düşüncelerine yetişemediği için aklı karışabiliyormuş.
Bu hoşuna gitmiyormuş Turuncu'nun ama, bazı şeylerin sebeplerini aramaya devam ediyormuş.
Bazen işin saflığındayken çocuklaştığını görüyor, bazense karışıklığın içinde kendini sakinleştirmeye ve asabiyetine hakim olmaya çalışırken buluveriyormuş kendini.
Tüm bunlardan bahsederken de garip bir anlamsızlık içinde hissediyormuş kendini. Bunları dökmeye iten şeyin garipliğiyle, boşluk arasında gidip geliyormuş. Belki bir süre havada kalmış. Kafası çok karışmış. Toparlayamamış, tekrar inmiş aşağıya. Şimdi ise yerde bağdaş kurmuş boş boş oturmakta.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder